KMO

KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI BAŞKANI DR. ALİ UĞURLU’NUN DÜNYA GIDA GÜNÜ İLE İLGİLİ YAPMIŞ OLDUĞU AÇIKLAMA

    Yayına Giriş Tarihi: 14.10.2016  Güncellenme Zamanı: 14.10.2016 12:02:44  Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ  
 

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve GIDA GÜVENCESİ

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve GIDA GÜVENCESİ

Yaşadığımız çağda insanoğlu çok önemli bir sorunla karşı karşıyadır; yoksulluk ve açlık… İnsanoğlu ya bu savaşı kazanacak ve insan soyunu devam ettirecek ya da kaybedecek ve kendi nesli yok olacaktır. Durum bu kadar ciddi. Geldiğimiz nokta, yoksulluğu yaratan ve gıda güvencesini insanlığın önemli bir sorunu haline getiren kapitalizmi de ciddi olarak rahatsız etmektedir. Kapitalizm ve onun hoyrat üretim anlayışının yarattığı çevre sorunları nedeniyle ortaya çıkmış olan küresel iklim değişikliği zaten sorunlu olan gıda ve tarımsal üretim üzerinde baskı oluşturmaktadır. Kapitalist üretim tarzı hiç duraksamadan daha çok kar edebilmek adına yıllardır ormanları, suyu, toprağı ve havayı kirletmiştir. Şimdi bu kirlilik nedeniyle tarımsal üretim ve gıda güvencesi hiç olmadığı kadar tehdit altındadır.

Küresel iklim değişikliği gıda güvencesi sorunsalının elbette ki temeli değildir. Esas sorun her konuda olduğu gibi bu konularda da eşitsizlik üreten kapitalist sistemin kendisidir. Bu sistemde üretimin birincil amacı insan ihtiyaçlarının karşılanması değildir. Bu yolla bir değişim değeri yaratmaktır. Bundan dolayı kapitalizm özünde ihtiyaç maddesi değil meta üretir. Kısacası bir tarafın yararı diğer tarafın zararı üzerine bir sistem inşa edilmiştir. Konumuz açısından söyleyecek olursak bir kesimin zenginliği diğer tarafın yoksulluğunu yaratmıştır. Tersi de doğrudur. Bu nedenle kapitalizm sorgulanmadan, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, İMF gibi kurumların işlevi anlaşılmadan ne iklim değişikliğini, ne tarımı ne de gıdadaki gerçeği anlamak mümkün değildir.

Kapitalizmde sistem kendi kendisi ile de rekabet halindedir. Bu nedenle sürekli olarak daha çok ve daha ucuz üretmek peşindedir. Bunu daha çok kar etmek için yapmak zorundadır. Bu nedenle sürecin hâkimi olanlar her ne pahasına olursa olsun üretimi arttırmak için havayı, suyu, toprağı, doğayı tahrip edip kirletmekte tereddüt etmezler. Tercihler kar ve egemenlik üzerine kurulmuştur. Nükleer ve kömür yakıtlı santraller, çimento üretimi, atıklar, sera gazları, geri dönüşümü olmayan ticari ürünler, kimyasallar… Her şey ama her şey doğayı kirletmektedir. Doğa bütün bu yıkıma karşı kendi kendisini sağaltmaya çalışsa da ormanlar ve tarımsal alanlar yok edilerek bunun da önü alınmaktadır. Düşünebiliyor musunuz bir ton çimento üretilirken havaya da neredeyse bir ton CO2 gazı salınmaktadır. Ama bütün bu gerçeklik kamuoyuna Türkiye çimentoda dünya üçüncüsü diye sunulmaktadır. Keza aynı şekilde geçtiğimiz yıl seksen adet yeni inşa ruhsatı verilen kömür yakıtlı termik santrallerinde NO, CO2 ve radyoaktif gazların tutulmadığını hepimiz bilmekteyiz. Sonuçta doğanın dengesi bozulmakta,  İklim değişmektedir.  Kuraklık artmakta, Kısa süreli yoğun yağışlar sellere neden olmaktadır. Peki, bunun etkilerini tarım ve gıda da nasıl görmekteyiz?

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ETKİLERİ 

•Bölgesel ve mevsimsel değişikliklere bağlı olarak tarımsal üretim potansiyeli düşecektir.

• Kuraklık ve ani yağışlar sonucu ciddi su sorunları ortaya çıkacaktır. Ülkemizin kurak ve yarı kurak alanlarındaki tarımsal ve içme suyu sorunları artacaktır.

•Sıcak ve kurak periyodun artması sonucu orman yangınları çoğalacaktır

• İklim kuşaklarının kayması nedeniyle bu kaymaya uyum gösteremeyen fauna ve flora türlerinde azalma olacaktır

• Ekosistem ve tarımsal üretimdeki değişimler sonucu, zararlı ve hastalıklarda artışlar görülecektir

• Çölleşme, tuzlanma ve erozyonla daha çok karşı karşıya kalınacaktır

•  Deniz seviyesi yükselmesine bağlı olarak, Türkiye`nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanları ve kıyıları zaman zaman sular altında kalacaktır.

Yani tarım ve gıda güvencesi daha sorunlu bir hale gelecektir. Yeterli gıda hammaddesi üretilemeyecek, beslenme gereklilikleri yerine getirilemeyecek, ortaya çıkan yoksulluk nedeniyle de yeterli gıdayı üretecek imkan ortadan kalkacak ve gıdaya erişim zorlaşacaktır.

Esasen sorun tarıma ve gıda güvencesine şimdiye kadar olan yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Türkiye`nin bu kıskaca düşmesi II. Dünya Savası sonrasına rastlar. Savaş dönemi hariç Türkiye kendine yeten, GSMH sının büyük bir bölümünü tarımdan sağlayan bir ülkeydi. 1947 de İMF` ye, 50 de NATO`ya girilmesi sonrasında milli sanayi ve tarımı durdurmak için MARSHALL yardımlarının devreye sokulması, bedavaya margarin dağıtılması derken zeytinyağlı yiyemem /basma da fistan giyemem türküsünün siparişine kadar giden ve sonuçta buğday ithal eden, et yiyemeyen bir ülke ve kaçınılmaz trajik bir son.

70 li yıllar Türkiye`nin GSMH sının yaklaşık % 30`unu tarımdan karşıladığı dönemlerdir. Derken arkasından Yeni Dünya Düzeni yani neoliberal dünya düzeni ile tanışma; 12 Eylül 1980, 24 Ocak kararları, devletin tarımdaki sübvansiyonları azaltması sonra da kaldırması yaşanılacaktır. 90`lı yıllar ise bu politik tercih ve dayatmalar sonucu özelleştirmelerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönem DTÖ ve gümrük Birliği anlaşmaları ile tarım ve gıda sektörü köklü dönüşümler yaşamıştır. Arkasından imzalanan Uruguay Tarım Anlaşması ile gıda ve tarımın dibine kibrit suyu dökülmüştür. EBK, SEK, Zirai Donatım Kurumu,, TEKEL, Türkiye Şeker fabrikaları,  Azot Sanayi, Türkiye Gübre Fabrikaları özelleştirilerek kapatılır. TMO, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik ise içi boşaltılarak işlevsizleştirilir.

Dünya sermaye sayesinde küreselleşmiş ve kapitalizm vahşi bir şekilde örgütlenmiştir. Artık hiçbir ülkede hiçbir şey kendi başına değildir. Dünyanın efendileri konumundaki G-7 ülkeleri ve onların DTÖ, İMF, DB gibi örgütleri aracılığı ile herşey kontrol altındadır.  Gıda da tıpkı enerji ve su gibi küresel hegemonik bir silaha dönüşmüştür. Tarım bitmiş, gıda güvencesi ortadan kalkmış, GDO, kimyasal katkılar,  pestisitler bilinçli olarak tarıma ve gıda üretimine sokulmuş bu alanda üretim yapan ve sayıları onu geçmeyen küresel şirketler dünya piyasasının kadiri mutlak hâkimi olmuştur. 

Küreselleşen bu dünyada artık emekçi kesimlerin direnci kırılmış, örgütleri etkisizleştirilmiş ve devletin koruyuculuğu ile sosyal politikalar tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sermaye bazı ülkeler aracılığı ile küreselleşmiş bir elit yaratmış ve hâkimiyetini tesis etmiştir. Bütün bunların emekçi kesimlere ve bizim gibi ülkelere geri dönüşü derinleşen yoksulluk, sefalet, dünyanın kirlenmesi, iklimin bozulması şeklinde olmuştur. Asıl paradoks bütün bu olumsuzlukların yaratıcılarının "yoksullukla ve iklim değişikliği ile mücadele "için çağrıda bulunmasıdır. Bu saçma değil midir? Burada FAO` nun tavrı da doğru analiz edilmelidir. Bütün bu gerçeklik ve onu yaratan nedenler ortada dururken; yoksulluk, gıda ve açlık için çağrıda bulunulurken saydığımız gerçekliklerin es geçilmesi buradaki samimiyeti tartışmalı hale getirmektedir. Bu tavır seyirciyi oyalamaktan başka bir derinlik taşımamaktadır.

1950 de bire 35 olan zengin ülkeler ile yoksul ülkeler arasındaki gelir farkı oranı 2012 yılında bire 94 olmuştur. Dünyada bir milyar kişi hergece aç olarak yatağa girmektedir. Beş küresel şirket dünya tahıl ticaretinin % 90` nını kontrol etmekte. Bayer + Monsanto birleşmesi sonrasında bu şirket dünyada tohum ve ilaç endüstrisinin % 40`nı kontrol eder hale gelmiştir.

TÜİK geçen ay yayınladığı çalışmada ülkemizde nüfusun  % 15` nin (14 milyon kişi) yoksulluk sınırının altında olduğunu, % 15` nin sürekli yoksul (14 milyon kişi) olduğunu, % 15` nin gelirinin 700 TL nin altında olduğunu açıklamıştır. Buna karşılık nüfusun  % 20`sinin ise gelirin % 47 sini aldığını açıklamıştır

İşin garip tarafı dünyada gıda fiyatları nispeten düşerken Türkiye`de fiyatlar her gün artmakta ve halkın önemli bir kesimi gıda güvencesi konusunda sıkıntı yaşamaktadır. Bu durum, objektifi kendimize tutmamızı gerektirecek bir gerçekliktir. Bu,  uzun süredir birçok konuda olduğu gibi tarım ve gıda politikalarının yanlış olduğunu gösteren bir gerçekliktir. Bütün bu gerçekliklere rağmen tarımda teşvik hala ürüne ve onun miktarına değil toprağa verilmekte, güvenlik gerekçesiyle amonyumlu gübre satışı yasaklanmakta, gübre hammaddelerinin çoğu hala bu ülkede üretilememektedir. Ülkede yerli tohum kullanma ve üretme konusunda bir politika belirlenememekte, tarım ve gıda konusunda faaliyet gösteren kamu kurumları kapatılarak üretici tüccarın insafına terk edilmekte ve inşasına başlanılmasından bu yana yaklaşık 34 yıl geçmiş olmasına rağmen GAP projesindeki sulamalarda ancak % 24 gibi bir oran yakalanabilmektedir.

Geçenlerde TÜSİAD tarım ve gıda konusunda bir açıklama yaparak üretim maliyetinin artmasından, verimin düşüklüğünden, tarımsal arazilerin amaç dışı kullanımla yok olduğundan, ürünlerin iyi pazarlanamadığından yakınmıştır.

Eğer patronlar kulübü de bundan şikâyet ediyorsa durum tahminimizin ötesinde çok ciddidir. Bütün bunların düzelmesi için elbette durup kapitalizmin yok olmasını beklemeyeceğiz. Ülkenin her konuda olduğu gibi tarım ve gıda politikalarında da bağımsız, doğru ve yurtsever politikalara ve bu politikaları hayata geçirecek bilgili, birikimli insanlara ihtiyacı vardır.

Dr. Ali UĞURLU
Kimya Mühendisleri Odası Başkanı

Okunma Sayısı: 548

Tüm Basın Açıklamaları »

 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME